30 Nisan 2010 Cuma

Günaydın Funda

İlk başlarda anlatılan öyküden çok  (kitapta her ne kadar F... olarak geçse de Foça olduğunu düşündüğüm) olayın geçtiği yer ve oradaki günlük yaşam ilgimi çekti.
Bir de kitabın adı.

Bir efsaneye göre:
"Her kim ki; Foça'da nerede olduğu bilinmeyen Karataş'a basar ise; basireti bağlanır ve içinde bir yerlerde Foça'ya yerleşme ve hep burada olma isteğini bulur. Yolu nereye giderse gitsin, Karataş'a basan kişi bir gün mutlaka Foça'ya geri dönecektir..."
Kaynak:foca.bel.tr

Fotoğraf : Metin Erinc panoromio.com

Çocuktum / Aslı Melek

Geçmişe borçluyum sevgimi
uzak bir yoldan gelip arkada bıraktığım
bir gülümsemeyle yarım hatırladığım
çocukluğum
yağmur sularına basarak
gizli bir hazdı ıslanmak
kesilmiş ağaç kokusu aklımda ama
dut ağacı şimdi o kadar yüce değil

acı
elimde kesik izleri
acım anneme şikayete kadar

oyun
kaç kere yarım kaldı sokak oyunlarım
karanlık inince sokağa

içeri
mavi kapının aslan pençeli tokmağı
kaç kez içeri aldı beni

ebe
ne geride kalmak üzerdi ne de ebe olmak
biz vardık oyun vardı evim vardı
hem içeri kaçardım

acı doluyduk mutluyduk
çocuktum

06.Ocak.2005

28 Nisan 2010 Çarşamba

Bahar Konseri - İzmir

Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi TSM Korosu, Şef Betül Er
Bahar Konseri 27 Nisan 2010 İzmir

26 Nisan 2010 Pazartesi

Siyah Beyaz

Oyuncu kadrosu çok iyi, mekan çok iyi. Duvarları siyah beyaz fotoğraflarla dolu bir barın çeyrek tablasında yanyana oturmuş orta yaşı aşmış beş kişi. Bu imkanlarla daha derinlikli bir film olabilirdi.

15 Nisan 2010 Perşembe

Nida / Ahmet Telli

Erdal Eren ile Necdet Adalı’yı düşünürken

Tektekçi meyhanelerde terlemişti içimdeki çakal
Bıyıklarımın hâlâ ayva ve rakı kokması bundandır
Kendimi en zâlim şarkılar makamına yolcu ederken
Fiyakamı ödünç alırdım açıkhava sinemalarından
O zamanlar biz, ohhoo iki kafadar bir araya gelsek
Yelkenleri fora edip hayallerimize, giderdik giderdik
Sesimiz sıtma görmemiş ruhumuz mürekkep içmemişti

! Hercai birer nidâ idik yıldız şavklarıyla oynaşan

Mürekkep dedim de başıma belalar açan mektuplar
Yazardım yeşil mürekkepli pelikan dolmakalemimle
Hasarlı bir hayat gibi duruyor hâlâ o pelikan bende
Babamdan yalvara yalvara almıştım orta ikide
Esat Mahmut Kerime Nadir günleriydi, bir de Pekos Bill
Çilli bir kızda denedim kemendi ilk kez boşa çıktı
Okul ve ev kaçağı sayıldım, adım hep öyle kaldı

! İmlâsızdım anneme sorsalar, haylaz bir nidâ

Genciken, günler her şeye yeterken, berduş bulutlar
Gibi dolaşırken dünya denilen alacakaranlık güzergâhta
Cesaretimi ilk kez nerede keşfettim düşünsem hatırlarım
Belki korkuyu tepeden tırnağa yaşadığım bir gündü
Söz çakmaktaşından sıçrayan kıvılcım olsa nafiledir
Hükmü hengâmedir artık kalbim dediğim muallakta
Geyiğini yitirmiş dağ, şiirini unutmuş dil neye yarar

! Hepsi acı bir eyvah olmuştur, sitemkâr bir nidâ

Polisle çatışırken bitti galiba çocukluğum ve ilkgençliğim
Yoldaşlık günleriydi; “Kardeşler!” diyordu içimizden biri
“Dağın geyiği, dilin şiiri tanık olsun; anamızın ak sütü
Tanık olsun ki haklıyız, kazanacağız!” Barikat günleriydi.
Yaralı bir kardeşi taşırken omzumda, cesaret diyordum
Sesimde tereddütsüz geziniyordu en delişmen tay
Vahşi bir vadiden akıyorduk toynaklarımız kan içinde

! Alev bir nidâ idik ve arkadaşlık günleriydi

Hayatın bir hikâyesi varsa bizimki biraz da bu idi işte
Ölüm en gencimizden yakaladı, on yedisindeydi
Şimdi uzun uzun susuyor belleğini yitiren kim varsa
Çağ nedir, unutuş ne; zaman bir iğne deliğinden geçip
Darası oluyor birikmiş anıların ve ölümlerin
Kekeme bir tarih yazıcısının bize ayırdığı sayfada
Kanlı bir nidâ işaretiyiz, tarihin imlâsını bozan

! Yaralı bir nidâyız yaşadığımız bu dünyada

14 Nisan 2010 Çarşamba

Hiçbir Şey / Ziya Osman Saba

Hiçbir şey benim değil, Tanrım hiçbir şey!
Şu denizde ışıyan güneş, şu rüzgar,
Tek çakıl taşın, bir yosun parçası.
Ne gündüz, ne gece, yıldız yıldız semalar.
Benim ne karım, ne de çocuklarım var.
Madem ki bu dünyada her şey
Bir kere göz kapanıncaya kadar...
1949

10 Nisan 2010 Cumartesi

Bir Oda, Bir Saat Sesi - Ziya Osman Saba

Bir oda, içinde bir saat sesi.
Hayatın sırtımdan giden pençesi,
Ve beni maziye götüren bir el,
Eski günlerimiz, sessiz ve güzel…
Bulduğum kayıplar, her günkü yerin,
İşte konsol, ayna, köşe minderin,
Seccaden, tesbihin, namaz başörtün.
Bir şey değişmemiş, sanki daha dün.
Yine ortancalar altı camının,
Dışarda sükûnu yaz akşamının,
Bahçemiz sulanmış, ıslak her çiçek…
-Kapı çalınacak, babam gelecek...
1942
"Geçmiş Zaman Nefes Almak" Varlık Yayınları Mart1974 basımı.
Ocak 1987'de almış ve bu sayfa arasına kağıt koymuşum. Bugün Ezginin Günlüğ'nden dinleyince yeniden etkilendim...