30 Kasım 2012 Cuma

Orhan Veli

“Benim, bardağın, sürahinin
Önündesin, rengin uçmuş
Bu, eski sevdiğim bir duruş
Elin içinde benimkinin
İçelim, madem ömrümüz hoş
Geçmiş, tadmamışız ayrılık
Madem ne bardağım kırık
Madem ne de sürahimiz boş
Bir gün içimizden birimiz
İçmek veya doldurmak için
Burada olmayabiliriz."
Bu şiiri 14 Ekim 2012'de "Orhan Veli'yi Anımsam" adı altındaki Cumhuriyet Gazetesindeki köşesinde yayınlayarak sormuş Oktay Akbal: Orhan Velinin bu şiirini bilir miydiniz?
akbal://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=371438
Ataol Behramoğlu 25 Kasım 2012'de Cumhuriyet Pazar Eki 'Pazar Söyleşisi' Köşesinde yanıtlamış:
"Şiir Orhan Veli'nindir..."

26 Kasım 2012 Pazartesi

Eksik Evlerden Geldin Sen / Cezmi Ersöz

eksik evlerden geldin sen; 
çatlaklarından dibi görünürdü 
ev mi, hayat mı belli değil; 
içerdeyken sevginin gürültüsü vardı, 
dışarı çıkardın, sevgisizliğin sessizliği. 
ondandır, bu senin suskunken çıldırmayı biriktirmen; 
kırıklarını, çatlaklarını saklarken, 
sen, sevgilim, sen! 
büyük bir aşk yaşamaya çalışırken 
ondandı her şeyin dibini görmen... 


24 Kasım 2012 Cumartesi

Dostlar / Edip Cansever

Geldin mi, iyi
Yollarından yürüyüşler sızdıran sonbahar 
Bir tenhalığı eskisinden çok sezmeyi 
Bakımsız bahçeler mi olur, büyük ahşap boş odaları mı olur 
Ne olur 
Ey bana sevmeme gücü veren güzellik 
Eski bir kadını eski bir park kanepesinde bırakan sonbahar 
Aldatılmış bir yüzü yağmur oluklarında 
O yüz ki bir denizin tekrar tekrar bittiği 
Gece yarısı kokularında 
Yosunlu bir kıyıda ancak 
Dilinde çakılların ve derinliğin en son tadı 
İşte 
Bir vakit daha geçti, şimdi ne yapsak 
Ne yapsak, bir vakit geldi ve geçti 
Ey bana sevmeme gücü veren güzellik 
Sonbahar 
Sen mi kaldın bir 
Yok birşey yapacak. 


Bin dokuz yüz yetmiş bir yazı, ey unutulmayan yaz 
Bıraktığın gibi mi kalsak 
Bir çiçek milyon kere katılaştı eridi 
Açtı dağıldı 
Yaşamadı hiç belki 
Bir ışık olsun yakmadı 
Tuzlu ve ıslak bir ışık 
Tankerler geçti kıyılardan gene 
Suyu zonklataraktan 
Gül koktu saçlarında taşıdikları benzin 
Senin saçlarında 
Alnın üstünden kuzular inen bir tepe gibi eğildi 
Boynun bir uçurumdan çekiliyormuş gibi gergin 
Bitti o yaz, şimdi 
Yerleşti çoktan 
Bize sevmeme gücü veren güzellik. 

Tenha bir meyhanede oturuyorduk sevgilim 
İzmir'in eski rıhtımında 
Bilirsin, severim çok İzmir'in eski rıhtımını 
Hani bir çesit kuşlar vardır bulanık denizinin 
İnsanlar gibi konuşur o kuşlar bazen 
Ve unutulmuş diller gibi pek anlaşılmaz ne konuştukları 
Millerce yıl öteden bir tenhalığı sözlendirirler 
Hatırla 
Ne demiştim o gün ben sana 
"Her tenha semtte kurulmamış bir saat yakışır" 
Benim o bunaltılı günlerimden kalma bir mısra 
Ve sense bana Aragon'un 
-Parisli şair, yüzü aslan dolu- 
Sımsıcak, dipdiri bir mısrasını anlatmıştin 
Seninle ve parmaklarınla 
Bardakta duran suyun bir akarsuyu 
Nasıl kıskandığını anlatmıştın boyuna 
Nasıl mı 
Dedim ya, seninle ve parmaklarınla 
Neden olmasın, yeni yakilan bir sigarayla da anlatılabilir şiir 
Apansız bir yolculukla da 
Bir karpuzu ikiye bölmekle, bir portakalı dilim dilim ayırmakla 
Anlatılabilir 
Ama bizim memleketimizde şiir 
Yazık ki ölümle anlatılır biraz 
Ölümle anlaşılabilir 
Olsun, diyeceksin ne çıkar bundan 
Biz hayatı şiirden 
Şiiri hayattan özümlemedik mi 
Ölümde girse araya 
Sahici aşklar kurmadık mı seninle 
Tertemiz, dosdoğru aşklar 
İzmir'de 
İzmir'in eski rıhtımında 
Unutmak için şimdilik 
Kolayca unutulmaz ya 
İçimizdeki bin dokuz yüz yetmiş bir yazını. 

Yeni bir yüzmüydü ne 
Kuru bir bozkırı çıkarıp göğsünden 
Yeni yazdığı bir şiiri düzeltiyordur Ahmet Oktay 
Alnını dayayaraktan cama 
Kalemsiz kağıtşiz yazar çünkü Ahmet Oktay 
İçinden geldiği gibi 
Ve mısra çeker durmadan, hafifçe eğri sırtını doğrultarak 
Nemlenir kimi zaman da gözleri 
Şiir yürür, şiir sever, şiir içer mi 
Şiir mi 
Yürür de, sever de, içer de elbet. 

Kocaman bir sevgi miydi ne 
Dünyanın bütün zamanlarını dolaşan 
Bastırıp gögsüne bozkırın 
Ey, baksana, diyor, ne biçim kent bu 
Geçerek caddelerinden 
Dalarak meyhanelerine 
Ne biçim kent bu 
Bilmiyor ki nice insan kolsuzdur 
Sevgisizliğe, bir sevgisizliğe kullanırlar kolu. 

Hohlayıp siliyorum iyice 
Gözlüğümün camlarını 
Göğe bakıyorum gözlerimi kısarak 
Güneye gidiyor bir leylek sürüsü 

Yeni Caminin üstünde 
Son bir defa daha süzülerekten 
Erimeye yüz tutuyor kentin pembe kapıları 
Günbatımı! 
Günbatımı! yeni konuşmaya başlayan bir çocuğun diliyle 
Kolumu tutuyor Fethi Naci, şu manzaraya bak, diyor 
Tam Galata Köprüsünün üstünde 
Diyor ya, biz alıştık, yüreklerimize bakıyoruz gene de 
Uykusuz gecelerimize bakıyoruz: onurun uykusuzluğu 
Susturulmanın 
Ve gün batımıyla leylek sürüsü 
Hüzünlü bir görüntüyü akıtıyorlar Nacinin yüzüne 
Kırılmak ama birlikte 
Birlikte, ama kırılmamak 
ve sanki kalplerimiz her yani dökülen bir otobüste 
Öyle 
İşte son damlalarını da bırakıyor güneş 
Karanlık bastiracak neredeyse 
Tırmaniyoruz Yüksekkaldırımı 
İyi biliyoruz, sevgimiz de öfkemiz de yalnız bizim olmamalı 
Güneş çekiliyor iyice 
Ne manzara kalıyor, ne göğün evlerindeki kızartı 
Ak bulutlar kara bulutlar 
Ötede bir bulut yavrusu 
Bilinmeli, diyoruz yeniden 
Yeniden başlamalı, yeniden 
Dostum, görüyorsun ya işte 
Bozuldu birkere umudun ordusu. 

Gelsene , diyordu İzmir'deki sevgilim 
Son mektubunda 
Kemetaltındaki kahveleri anlatıyordu 
İnce belli çay fincanlarını 
Kim bilir, belki de avutmak istiyordu beni 
Unutup kendi mahzunluğunu 
O kadar çabuk yeşerir ki, diyordu umut 
Öyle çabuk çiçeklenir ki 
Güçtür çünkü, herşeyden daha güç 
Denize, göğe toprağa karışmış bir kalebentlik 
Üstelik biliyorsun da 
Öfkeliyiz, öfkeyse sonuçtur er geç 
Bir aşk gibi yaşamak gerek öfkeyi 
Sevginin ağıtıdır bir bakıma 
Ve bir gün de gelebilir ki sevgilim 
Kapkara bir davet olabilir kin 
Zulmün ve tutsaklığın diyeti olabilir 
Sen bunu bilemezsin 
Bilsen de şairsin, havalar da, soğudu, kendine iyi bak 
Ve sakın unutma: sıra öfkenin. 

Bin dokuz yüz yetmiş bir yazı 
Yok böyle bir sevgilim benim 
Ama dayanıklı, ama gözü pek, ama umutla dolu
Olunca böyle bir sevgilim olsun isterdim. 

Elimde bir çanta, şurda burda dolaşıyorum 
Hep bir yerlere gideceğim sanki 
Güvercinler konuyor saçlarıma bileklerime 
Uçuşuyorlar 
Bir çınar yaprağı düşüyor ayaklarımın dibine 
Kupkuru 
Elime alıyorum, çiziyorum üstüne kalbimi 
Kalbim, diyorum 
Yorgunsa da, yaralıysa da, hepimizin aşkına sevgili.


Fethi Naci'ye 

Islık / Ahmet Telli

Yabanıl ot kokuları 

getiriyor bir rüzgar 
kıpırdatıyor suları 

Belki sonbahar 
vurgun yapamayacak 
yol vermeyecek sular 

Ve neşeli bir ıslık 
tutturmuş şimdi doğa 
nice acıya karşılık 

Aşkı savunmada doğa

14 Kasım 2012 Çarşamba

Orhan Veli'nin yıldönümü



"...Bu da sana son sürprizim olsun
   Şimdi seninle yaşanan günleri ateşe veriyorum
   Beni güzel hatırla
   Gidiyorum …"

8 Kasım 2012 Perşembe

Bakmalar Denizi / Edip Cansever

Bakmalar görüyorum bütün gün türlü bakmalar 
Pencere bakması, sabahlar bakması, yeşil otlar bakması
Hepsi de beni buluyorlar, hepsi de bir yağmur uysallığında
Gördüm suyun ki yumuşak, gördüm ağacın ki katı
Gördüm ama şey, gördüm ama nasıl, gördüm ama bu kadar göz
Aynı bir gözler denizi, aynı bir o kadar canlı.

Bakmalar görüyorum, gök ortası gibi karşımda
Bulutta göz, uçakta göz, derinlikte göz
Göz oluyorlar birden, bu gözler de yatağa iç yapanları
Masaya üst yapanlar bunlar, atlara atca parlaklık
Yılandan çöreklenmeyi, kediden uyuşmayı çıkaran bunlar da
İşte uzunlardan ayak, işte beyazlar beyazından kalabalığı
Bakmalar görüyorum durmadan göz olan bakmalar
Başlama gözleri, çocuklu, masallı, sinemalı.

Okşama gözleri vardı gel git eden parmaklarıma
Aşklardan gelenleri aşkı da bir kullanışlı yapan
Caz bakmaları, düğün bakmaları, dudaklar taşıyan bakmalar
Bakmalar, ateşte, suda havagazında
Ateşten, sudan, havagazındandı gözleri-
Kar gözleri, soğuk -güzel,buğu gözleri hamamlarda
En harlısı bu: savaşlarda, en ışısızı ölülerdeki
Bitti gözleri onlar bitti.

2 Kasım 2012 Cuma

Alıntılarla / Turgut Uyar


“insan en çok sabahları arar sevdiği kadını”1
diyor birisi, katılıyorum o sabahlara
öğleler kaba yaşanır, kalındır
akşamüstleri ince hüzünlü
çiçekler alınıp verilebilir
sabahtır yalnızlık
ve şiirsel hiçbir yanı yok sanılır
var mıdır, vardır
vardır, ama çiçeklerle değil
kendi başına
zımpara taşı gibi acımasız.

ne aklıma gelse bir bakıyorum unutmuşum
tren penceresinden bir tarla
eskiyip atılmış bir gömlek- hiç unutmam




“hiç unutmam hiç unutmam hiç unutmam” 2
çünkü hiç unutmam hiç unutmam hiç unutmayın
insan nasıl direnir başka
“hiç unutma”

bir zamanlar Kars’ta bir otel odasında
bir gezgin kokucunun bana verdiği
bir alüminyum şişeyi unutmuyorum

“ölümü geciktirmek sonsuzluğu kısaltmaz” 3
diyor birisi, evet ama
hayatı uzatır sanki
sanki ama ne adına
-hayatın kendisi adına
sonsuz bir törenle susuyorum
sonsuz dirim için, o sonsuz adama

sonra duyguya, ele benzer şeyler giriyor hayatıma
el midir duygu mudur
evet bazı kişiler kararsız ama
benim seçmediğim sanılır hayatımda

“el altından el ilanları dağıtıyor” 4
birisi, almıyorum allahaşkına
alamam, neden alamam
biliyorum hiçbir şey yapamam kendi başıma
biliyorum beni kendi başıma sanan birisi
durmadan hata yapıyor
serçeye kumruya öküze sormadan

insanın kendi seçtiği toprak
-doğrusu toprağın kendi seçtiği insan-
dirimin geleceğini doğruluyor durmadan

“her şeyden biraz kalır” 5
diyor birileri, çoğulluk haklılıktır
kavanozda biraz kahve
kutuda biraz ekmek
insanda biraz acı
insanda biraz mutluluk
ama en geçerli söz
(1) numaranın söylediğidir
Türkiye’de ve Dünya’da

1) John Gordon Davies, 2) Metin Eloğlu, 3) Lucretius, 4) Turgut Uyar, 5) Bir İtalyan Atasözü