24 Kasım 2012 Cumartesi

Dostlar / Edip Cansever

Geldin mi, iyi
Yollarından yürüyüşler sızdıran sonbahar 
Bir tenhalığı eskisinden çok sezmeyi 
Bakımsız bahçeler mi olur, büyük ahşap boş odaları mı olur 
Ne olur 
Ey bana sevmeme gücü veren güzellik 
Eski bir kadını eski bir park kanepesinde bırakan sonbahar 
Aldatılmış bir yüzü yağmur oluklarında 
O yüz ki bir denizin tekrar tekrar bittiği 
Gece yarısı kokularında 
Yosunlu bir kıyıda ancak 
Dilinde çakılların ve derinliğin en son tadı 
İşte 
Bir vakit daha geçti, şimdi ne yapsak 
Ne yapsak, bir vakit geldi ve geçti 
Ey bana sevmeme gücü veren güzellik 
Sonbahar 
Sen mi kaldın bir 
Yok birşey yapacak. 


Bin dokuz yüz yetmiş bir yazı, ey unutulmayan yaz 
Bıraktığın gibi mi kalsak 
Bir çiçek milyon kere katılaştı eridi 
Açtı dağıldı 
Yaşamadı hiç belki 
Bir ışık olsun yakmadı 
Tuzlu ve ıslak bir ışık 
Tankerler geçti kıyılardan gene 
Suyu zonklataraktan 
Gül koktu saçlarında taşıdikları benzin 
Senin saçlarında 
Alnın üstünden kuzular inen bir tepe gibi eğildi 
Boynun bir uçurumdan çekiliyormuş gibi gergin 
Bitti o yaz, şimdi 
Yerleşti çoktan 
Bize sevmeme gücü veren güzellik. 

Tenha bir meyhanede oturuyorduk sevgilim 
İzmir'in eski rıhtımında 
Bilirsin, severim çok İzmir'in eski rıhtımını 
Hani bir çesit kuşlar vardır bulanık denizinin 
İnsanlar gibi konuşur o kuşlar bazen 
Ve unutulmuş diller gibi pek anlaşılmaz ne konuştukları 
Millerce yıl öteden bir tenhalığı sözlendirirler 
Hatırla 
Ne demiştim o gün ben sana 
"Her tenha semtte kurulmamış bir saat yakışır" 
Benim o bunaltılı günlerimden kalma bir mısra 
Ve sense bana Aragon'un 
-Parisli şair, yüzü aslan dolu- 
Sımsıcak, dipdiri bir mısrasını anlatmıştin 
Seninle ve parmaklarınla 
Bardakta duran suyun bir akarsuyu 
Nasıl kıskandığını anlatmıştın boyuna 
Nasıl mı 
Dedim ya, seninle ve parmaklarınla 
Neden olmasın, yeni yakilan bir sigarayla da anlatılabilir şiir 
Apansız bir yolculukla da 
Bir karpuzu ikiye bölmekle, bir portakalı dilim dilim ayırmakla 
Anlatılabilir 
Ama bizim memleketimizde şiir 
Yazık ki ölümle anlatılır biraz 
Ölümle anlaşılabilir 
Olsun, diyeceksin ne çıkar bundan 
Biz hayatı şiirden 
Şiiri hayattan özümlemedik mi 
Ölümde girse araya 
Sahici aşklar kurmadık mı seninle 
Tertemiz, dosdoğru aşklar 
İzmir'de 
İzmir'in eski rıhtımında 
Unutmak için şimdilik 
Kolayca unutulmaz ya 
İçimizdeki bin dokuz yüz yetmiş bir yazını. 

Yeni bir yüzmüydü ne 
Kuru bir bozkırı çıkarıp göğsünden 
Yeni yazdığı bir şiiri düzeltiyordur Ahmet Oktay 
Alnını dayayaraktan cama 
Kalemsiz kağıtşiz yazar çünkü Ahmet Oktay 
İçinden geldiği gibi 
Ve mısra çeker durmadan, hafifçe eğri sırtını doğrultarak 
Nemlenir kimi zaman da gözleri 
Şiir yürür, şiir sever, şiir içer mi 
Şiir mi 
Yürür de, sever de, içer de elbet. 

Kocaman bir sevgi miydi ne 
Dünyanın bütün zamanlarını dolaşan 
Bastırıp gögsüne bozkırın 
Ey, baksana, diyor, ne biçim kent bu 
Geçerek caddelerinden 
Dalarak meyhanelerine 
Ne biçim kent bu 
Bilmiyor ki nice insan kolsuzdur 
Sevgisizliğe, bir sevgisizliğe kullanırlar kolu. 

Hohlayıp siliyorum iyice 
Gözlüğümün camlarını 
Göğe bakıyorum gözlerimi kısarak 
Güneye gidiyor bir leylek sürüsü 

Yeni Caminin üstünde 
Son bir defa daha süzülerekten 
Erimeye yüz tutuyor kentin pembe kapıları 
Günbatımı! 
Günbatımı! yeni konuşmaya başlayan bir çocuğun diliyle 
Kolumu tutuyor Fethi Naci, şu manzaraya bak, diyor 
Tam Galata Köprüsünün üstünde 
Diyor ya, biz alıştık, yüreklerimize bakıyoruz gene de 
Uykusuz gecelerimize bakıyoruz: onurun uykusuzluğu 
Susturulmanın 
Ve gün batımıyla leylek sürüsü 
Hüzünlü bir görüntüyü akıtıyorlar Nacinin yüzüne 
Kırılmak ama birlikte 
Birlikte, ama kırılmamak 
ve sanki kalplerimiz her yani dökülen bir otobüste 
Öyle 
İşte son damlalarını da bırakıyor güneş 
Karanlık bastiracak neredeyse 
Tırmaniyoruz Yüksekkaldırımı 
İyi biliyoruz, sevgimiz de öfkemiz de yalnız bizim olmamalı 
Güneş çekiliyor iyice 
Ne manzara kalıyor, ne göğün evlerindeki kızartı 
Ak bulutlar kara bulutlar 
Ötede bir bulut yavrusu 
Bilinmeli, diyoruz yeniden 
Yeniden başlamalı, yeniden 
Dostum, görüyorsun ya işte 
Bozuldu birkere umudun ordusu. 

Gelsene , diyordu İzmir'deki sevgilim 
Son mektubunda 
Kemetaltındaki kahveleri anlatıyordu 
İnce belli çay fincanlarını 
Kim bilir, belki de avutmak istiyordu beni 
Unutup kendi mahzunluğunu 
O kadar çabuk yeşerir ki, diyordu umut 
Öyle çabuk çiçeklenir ki 
Güçtür çünkü, herşeyden daha güç 
Denize, göğe toprağa karışmış bir kalebentlik 
Üstelik biliyorsun da 
Öfkeliyiz, öfkeyse sonuçtur er geç 
Bir aşk gibi yaşamak gerek öfkeyi 
Sevginin ağıtıdır bir bakıma 
Ve bir gün de gelebilir ki sevgilim 
Kapkara bir davet olabilir kin 
Zulmün ve tutsaklığın diyeti olabilir 
Sen bunu bilemezsin 
Bilsen de şairsin, havalar da, soğudu, kendine iyi bak 
Ve sakın unutma: sıra öfkenin. 

Bin dokuz yüz yetmiş bir yazı 
Yok böyle bir sevgilim benim 
Ama dayanıklı, ama gözü pek, ama umutla dolu
Olunca böyle bir sevgilim olsun isterdim. 

Elimde bir çanta, şurda burda dolaşıyorum 
Hep bir yerlere gideceğim sanki 
Güvercinler konuyor saçlarıma bileklerime 
Uçuşuyorlar 
Bir çınar yaprağı düşüyor ayaklarımın dibine 
Kupkuru 
Elime alıyorum, çiziyorum üstüne kalbimi 
Kalbim, diyorum 
Yorgunsa da, yaralıysa da, hepimizin aşkına sevgili.


Fethi Naci'ye 

Hiç yorum yok: