13 Aralık 2010 Pazartesi

Arkana Bakma / Aslı Melek

Yılların ateşi yenilir suya
doğası gereği
eğimden yana
yeniden yanadır su
sabırla dizilen taşlar bile durduramaz
sızar gider
bulur kendi yolunu

Rüzgar da öyle zamandan yana
yaz gecesinde bile gelir
söndürür ateşi
dağıtır külü dumanı
ateş böcekleri kalır geriye
katılır çaresiz
sönenin matemine

Arkana bakma öyle
karşı koyulmaz artık rüzgara
suya ve ayrılığa

8 Aralık 2010 Çarşamba

Hatıralarımı Yazma / Ahmet Telli

Yine bir duman çöktü sokağa, kent tutuştu
Bütün sığınaklarda seni arıyorum, nerdesin
Aklıma dökülen hatıralar hattında bir yangın
Bir çapraz ateş başlıyor, newroz diyor birileri
Dün bir demirciydim oysa ben, ufku eritirdim
Bugünse ateş altındayım,
Hatıralarımı yazma.

Bir rüya görüyorsun, terlemişsin sırılsıklam
Vurulup düştüğüme inanmak istemiyorsun
Bir kente girişin provası oluyor oysa ölümüm
Yeis yok, bir misillemedir bütün hatıralarım
Yalnız yıkık bir duvar var karşıda,
Ve bir kadının cesedi üstünde
Uçuşup duruyor takvim yaprakları
Seni bekliyorum orda, meydan saatinin altında
Bir James Dean filmine gideceğiz gelirsen
Cehennem hızıyla çarparken mutsuzluğun çelik zırhına
Soluk soluğa yaşanacak tüm imkansızlıklar
Boyle olmalıydı ve oldu işte diyecek oğlum
Babamsa bir ağıta benzeyecek, küllerimi avuçlarken
Bütüm köprüleri dinamitledim ve geldim işte
Bir kente girmemiz nasıl gerekiyorsa öyle
Apansız çıkmalısın karşıma
Ki unutulmuş bir haykırış olmalı dünyaya
Seninle her karşılaşmamız
Mağlubuz,
Durmadan kazanan bu hayat
Basit bir üçkağıtçı sadece, bir sahtekar
Beş benzemezle rest çekiyorum
Ama o biliyor bunu ve çekiliyor oyundan
Yokum diyor
Dün bir demirciydim oysa ben, ufku eritirdim
Bugünse ateş altındayım, hatıralarımı yazma.

Hatıralarımı yazma,
Tarih sanıyor birileri.

5 Aralık 2010 Pazar

Liman Kırıntıları / Edgar Allan Poe

"...
Senin sokağında geceler yıldızsızdı,
senin sokağında gece yağmur yağıyordu
Ben zayıftım,çabuk ıslanıyordum
Bana sevmek yaramıyordu,
ben sevilemiyordum...
Bahamalı martılar beni çağırdı,
bir ikinci bahar gecesi
Sana bırakacağım bu kentin
üç semtinde üç damla gözyaşı döktüm,
Birincisi seni ilk gördüğüm yerdi,
ikincisi seni ilk öptüğüm yerdi
Üçüncüsü... söylemeye dilim varmıyor,
üçüncüsü bana git dediğin yerdi
İşte bu mısraları orda karalıyorum;
işte demir aldı şilebimiz,
Gidiyor,gidiyor,gidiyorum
..."

Sanırım 1965 veya 66 yıllarıydı. Sonradan Edebiyat Öğretmeni olan dayımın lisedeyken edebiyat kitabının sayfasında Edgar Allan Poe'nin "Annabel Lee" şiirinin kenarına çizdiği, saçları rüzgar yönünde profil duran bir kadın resmini izlerken ben, o bu şiirleri okurdu.

2 Aralık 2010 Perşembe

Haydarpaşa Garı yanıyor

Haydarpaşa Garı yanıyor - Posta

"hava kurşun gibi ağır
bağır bağır bağır bağırıyorum....
koşun kurşun eritmeğe çağırıyorum...

o diyor ki bana:
— sen kendi sesinle kül olursun ey!
kerem gibi yana yana...
dert çok, hemdert yok
yüreklerin kulakları sağır...
hava kurşun gibi ağır...

ben diyorum ki ona:
— kül olayım kerem gibi yana yana.
ben yanmasam sen yanmasan biz yanmasak,
nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa...

hava toprak gibi gebe.
hava kurşun gibi ağır.
bağır bağır bağır bağırıyorum.
koşun kurşun eritmeğe çağırıyorum..."

Savaşlar da bile, toplumun hafızasına yer etmiş eserler ve binalara dokunulmazken biz kazalardan ve cehaletten koruyamıyoruz onları. Haydarpaşa Garı da feda etti kendini, Kerem Gibi yana yana...

10 Kasım 2010 Çarşamba

Beni Güzel Hatırla / Orhan Veli Kanık

Beni güzel hatırla Bunlar son satırlar
Farzet ki bir rüyaydım esip geçtim hayatından
Yada bir yağmur, sel oldum sokağında
Sonra toprak çekti suyu kaybolup gittim
Belkide bir rüyaydım
Senin için..
Uyandın ve ben bittim

Beni güzel hatırla
Çünkü sevdim seni ben her şeyini
Sana sırdaş oldum dost oldum, koynumda ağladın
Yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini
Beni üzdün, kınamadım
Alışıktım vefasızlığa el oldun aldırmadım

Beni güzel hatırla
Sayfalarca mektup bıraktım sana
Şiirler yazdım her gece
Çoğunu okutmadım
Sakladım günahını sevabını içimde
Sessizce gittim senden öncekiler gibi sende anlamadın

Beni güzel hatırla
Sana unutulmaz geceler bıraktım
Sana en yorgun sabahlar
Gülüşümü gözlerimi sonra sesimi bıraktım
En güzel şiirleri okudum gözlerine baka baka
Söylenmemiş merhabalar sakladım her köşeye
Vedalar bıraktım duraklarda
Ne arasan bir sevdanın içinde
Fazlasıyla bıraktım ardımda

Beni güzel hatırla
Dizlerimde uyuduğunu düşün
Saçını okşadığımı üşüyen ellerini ısıttığımı
Mutlu olduğun anları getir gözünün önüne
Anlından öptüğüm dakikaları
Birazdan kapını çalan kişi olabileceğini düşün
Şaşırtmayı severim biliyorsun
Bu da sana son sürprizim olsun
Şimdi seninle yaşanan günleri ateşe veriyorum
Beni güzel hatırla
Gidiyorum …

26 Ekim 2010 Salı

İstanbul Ağrısı / Attila İlhan

Kanatları parça parça bu ağustos geceleri
Yıldızlar kaynarken
Şangır sungur ayaklarımın dibine dökülen
Sen
Eğer yine İstanbul'san
Yine kan kopuklu cehennem sarmaşıkları büyüteceğim

Pancak pancak şiirler tüküreceğim
Demek yine ben
Limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor
Kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler
Yahudi sokaklarını aydınlatan telaviv şarkıları
Mavi asfaltlara çokmuş
Diz bağlıyor
Eğer sen yine İstanbul'san
Kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan
Sirkeci Garı'nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp
İntihar dumanları içindeki Haydarpaşa'dan
Anadolu üstlerine bakıp bakıp
Ağlayan
Sen eğer yine İstanbul'san
Aldanmıyorsam
Yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa
Kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
Yine senin emrindeyim
Utanmasam
Gözlerimi damla damla kadehime damlatarak
Kendimi yani su bildiğim Atilla ilhan'ı
Zehirleyebilirim

Sonbahar karanlıkları tuttu tutacak
Tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor
İmtihan çığlıkları yükseliyor üniversite'den
Tophane iskelesi'nde diesel kamyonları sarhoş
Direksiyonlarının koynuna girmiş biçkin şoförler
Uykusuz dalgalanıyor

Ulan İstanbul sen misin
Senin ellerin mi bu eller
Ulan bu gemiler senin gemilerin mi
Minarelerini kurdan gibi dişlerinin arasında
Liman liman götüren
Ulan bu mazot tüküren bu dövmeli gemiler senin mi
Aksamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar
Neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor
Antenlerinden
Neden
Peki İstanbul ya ben
Ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy
Gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu Abbas
Ya benim kahrım
Ya senin ağrın
Ağır kabaralarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın
Çaresiz zehirle kusan çılgın bir yılan gibi
Burgu burgu içime boşalttığın
O senin ağrın
O senin

Eğer sen yine İstanbul'san
Yanılmıyorsam
Koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim
Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok isçilerine
Satir satir okumak istediğim
Sen
Eğer yine İstanbul'san
Eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim

Ulan yine sen kazandın İstanbul
Sen kazandın ben yenildim
Kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
Yine emrindeyim
Ölsem yalnız kalsam cüzdanım kaybolsa
Parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam
Hiç bir gün hiçbir postacı kapımı çalmasa
Yanılmıyorsam
Sen eğer yine İstanbul'san
Senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar
Göz bebeklerimde gezegenler gibi donen yalnızlığımdan
Bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir

Ulan bunu sen de bilirsin İstanbul
Kaç kere yazdım kim bilir
Kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
1949 eylul'unde birader mirc ve ben
Sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık
Sana taptık ulan
Unuttun mu
Sana taptık

22 Ekim 2010 Cuma

Döner Bir Gün Mevsim / Aslı Melek

Körkütük sevmeli
başkası imkansız gibi
selviler bel bükmeli saygıdan
mezar taşları gidenlerin rızasıyla eğik
gemiler sessiz kıyıdan akmalı Karadeniz’e
kemanlar aynı notada dolu dizgin
uzun vadeler sunmalı yaprakları takvimin
fallar aydınlık
gelecek mutedil

Arası mutluluk gün ışığı berraklığında
bitmeyecek gibi gün
olmayacak gibi gül bahçeleri
keder hep uzak
ayrılık imkansız
yıllarca ay hep dolunay

Ve bir o kadar gerçek olmalı
ayrılmak
yüreğinin dayandığı nabzının yettiği kadar
bir bakış bir melodi ise kalan
sakla
döner bir gün mevsim
döner mevsim bir gün ilk bahara

"Gel sen bize akşam yine mehtap görünsün"  Kürdilihicazkar eser. Muzaffer İlkar

20 Ekim 2010 Çarşamba

Yeniden İstanbul / Doktor Dergisi

 http://www.doktordergisi.com/haberdetay.asp?id=2

Bu sefer bir İstanbul gezisi yapacağım, sonbaharı yaşarken bana yakın bir şairin günlük tadında dizeleriyle:


“Bir gece Asmalı Mescit’te/tahta bir iskemlede/-ben masaya ters- oturmuş olmalıydım/yine İstanbul masada/yine şarabı sonuna dek/şiirleri yarım bırakarak/-hiçbir şiir bitmemiştir-/konuşmalıydım susmalıydım/hiçbir mavi o mavi değil/hiçbir dakika o kadar uzun değil/hiçbir yıldız o kadar yakın değilken/bir gece Asmalı Mescit’te olmalıydım/bir tahta iskemlede/yine İstanbul karşımda/yine yıldızlar yüksek/ben yine masaya ters.”
...

18 Ekim 2010 Pazartesi

Yakışıklı da Gitti


Sevgili kedim Yakışıklı.
İzmir'den döndüğümden beri göremiyorum. Yaklaşık bir ay oluyor. Eve girerken motosikletin minderini boş gördükçe anlamak istemiyordum. Sabahları elimde kedi mamasıyla dışarı çıktığımda da yoktu. Geçici bir durum sanıyordum. Hala yok...
Gitmiş, umarım o da istediği bir yere gitmiştir.
17 Ekim 2010 Pazar 02.36

16 Ekim 2010 Cumartesi

Yamaç / Aslı Melek


Kimseye söyleme
bir gün otoban kıyısında
yamaçtan aşağı
ellerim dizlerimde oturarak
-oraya nasıl çıkılır hep merak etmiştim-
düşünüp buraya gelince
nasıl kıyısında gibi denizin
yani dalga seslerini dinler gibi
Ankara’ya giden otobüslere bakacağım
hiçbir şey istemeden hiçbir şeyi anmadan
sadece yola bakacağım

12 Ekim 2010 Salı

Ahker / Ahmet Telli

II/
Harflerle üstü örtülmüş
Bir ahker olsa gerek şiir

Yine de yanar birinin canı
Kalbiyle açmakta çünkü kitabı

I/
Büyükbüyük nine alacakaranlıkta bir gölge gibi kalkıp
cezvesini, kallavi fincanını sessizce alırdı teldolaptan
Sonra cezvesini sürmek için maşasıyla külleri bir yana
itince, ahkerler belirirdi mangalda. Öyle gözgöz, öyle
kıpkızıl, bütün geceyi ısıtan iri ahkerler. Ve ben çocuk
kalbimle onları mangala düşmüş yıldızlar sanırdım.

Büyükbüyük ninem, her gece yıldızlarda pişirirdi
kahvesini.

11 Ekim 2010 Pazartesi

"Hatıralarımı yazma tarih sanıyor birileri" Ahmet Telli

 


Ahmet Telli "Ahker" için imzalıyor.
"Yıldızdır ahkerler ve onlar yüreğimizin yıldız tozlarının altında sımsıcaktır." A.Telli

21 Eylül 2010 Salı

Ayrılık Ayracı / Ahmet Telli

Bütün ayraçları kaldırdın ama unuttuğun
Bir şey vardı yine de, çiçekleri sulamadın
Gökyüzü sarardı o zaman bulutlar kirlendi
Ve ne kadar az konuşur olduk günboyu
Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor
Tam da susuşların birbirine eklendiği yerde


Ezberlenecek hiçbir şey yok bu dünyada
Kirletilmemiş bir bulut bile yok artık
Böyle diyorsun her yolculuğa çıkışımda
Yaşadığın kent de sana benziyor gitgide
Ne zaman dönmeyi düşünsem yangın çıkıyor
Ya da erteletiyorum biletimi son anda


Uzun bir sessizlik oluyorsun dağlara baksam
Karşılıksız mektuplar kadar burkuluyor kalbin
Yazdığım şiirler de canımı sıkıyor artık
Fotoğraflarımı yırtıp atıyorum tek tek
Ve ben bütün yapraklarımı döküyorken şimdi
Eylül diyorsun, tam da orda başlıyor ayrılık


Üşüyünce ağlıyorsun yalnızım dememek için
Uçaklar gemiler trenler çiziyorsun duvarlara
Kendine bir deniz bul artık bir de rüzgâr
Parçalanacağın bir uçurum bul bu dünyada
Tek tutkun o kenti bırakıp gelmek olmalı
Ve gelirken havaya uçurmak bindiğin otobüsü


Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor
Tam da çiçeklerin sulanmadığı yerde
Konuşacak bir şeyler bulamıyorsak günboyu
Derim ki ayrılık gündemdedir ne yapılsa
Ve sen bütün ayraçları kaldırdığını sanmıştın
Ama unutmuşsun yine de ayrılık ayracını

15 Eylül 2010 Çarşamba

Bence Şimdi Sen De Herkes Gibisin. - Nazım Hikmet

Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin

Gönlümle baş başa düsündüm demin;
Artik bir sihirsiz nefes gibisin.
Simdi tâ içinde bombos kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin.


Mâziye karisip sevda yeminim,
Bir anda unuttum seni, eminim
Kalbimde kalbine yok bile kinim
Bence artik sen de herkes gibisin.

9 Eylül 2010 Perşembe

Yaz Sonu - Cemal Süreya

Sukürenin perisi sen; sen taşkürenin avcısı
Bir kişi daha olsa yanınızda
Siz orda öpüşürken
Ne diyorum bir kişi daha;
Alamut kalesinde öpüşürdünüz.
Ona göre gelişirdi her şey
Yeni bir güzelduyu açılırdı
Bir töre cançekişirken.

Karagözlü hançer sen; sen mavi bakışlı kılıç
Unutulmazlarınızı dökerken birer birer
İki kişi daha olsa yanınızda
Mihri'nin vuruluşu ve çantası
Ve elindeki tuğla da gelirdi gündeme;
Daha sonra kesilen barsağı iki metre;
Kediler uzaklaşırdı ısrarla camdan bakan;
Ne diyorum iki kişi daha.

Kavaldan akan gökyüzü sen; sen düşten geçilmez bahçe
Sınıf arkadaşları şarap ve tüzük kokan
Dağın Eskisi'ne iki vadiden seslenirken
Ne diyorum beş kişi daha olsa yanlarında
Ama her şeye üçünün bileşkesine varan;
Ne bilim-sanatı Hayyam'ın ne siyaseti Nazım'ın
Ne yiğitlik ne aşk... Bir şey kalmazdı tek başına.
Ahırlarımızda her zaman sana ayrılmış bir at vardı.

Ve sen sonunda bir gün çıkar gelirsin diye
Çok şeyin adı küçük yazıldı;
Silinmez anlar vardır
Karşı konmaz özlemler
Ben şimdi ne istediğimi de bilmeden artık
Bağırıp duruyorum ya şurda
Sen yaz sonu ilan eden güzel keten
Güneşten yırtılmış caz sen!

5 Eylül 2010 Pazar

Yeniden istanbul

Ne iyi ki şiirlerimi benim duygularıma eşit hassaslıkta çizgilere döken ve ne iyi ki benim mısralarımı bir kitaba dönüştürmek duyarlılığını gösteren ve ne iyi ki bana inanan arkadaşlarım var. Erkan Nazlı, Esra Sarı, Zekiye Nazlı ve Banu Binat. Teşekkürler arkadaşlarım. "Yeniden İstanbul " şiir kitabı hepimizin gurur duyacağı bir eser...

3 Eylül 2010 Cuma

"Yeniden İstanbul" çıktı...

Ne kadar geçti
uzun yollara çıkmayalı
ne kadar gideceğini bilmeden
ne kadar geciktik kendimize
başkalarına yetişirken...

Aslı Melek


Erkan Nazlı'nın çizgileriyle yorumladığı şiir kitabı YENİDEN İSTANBUL çıktı...

31 Ağustos 2010 Salı

Ağustos Çıkmazı / Atilla İlhan

Ayvalık, Ağustos 2010
Beni koyup koyup gitme, n'olursun
Durduğun yerde dur
Kendini martılarla bir tutma
Senin kanatların yok
Düşersin yorulursun
Beni koyup koyup gitme, n'olursun

Bir deniz kıyısında otur
Gemiler sensiz gitsin bırak
Herkes gibi yaşasana sen
İşine gücüne baksana
Evlenirsin, çocuğun olur
Beni koyup koyup gitme, n'olursun

29 Ağustos 2010 Pazar

Masalların Masalı / N.Hikmet


Su başında durmuşuz
çınarla ben.
Suda suretimiz çıkıyor
çınarla benim.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınarla bana.


Su başında durmuşuz
çınarla ben, bir de kedi.
Suda suretimiz çıkıyor
çınarla benim bir de kedinin.
Suyun şavkı vuruyor bize
çınara, bana, bir de kediye.


Su başında durmuşuz
çınar, ben, kedi, bir de güneş.
Suda suretimiz çıkıyor
çınarın, benim, kedinin, bir de güneşin.
Suyun şavkı vuruyor bize
çınara, bana, kediye, bir de güneşe.


Su başında durmuşuz
çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün.
Suyun şavkı vuruyor bize
çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.


Su başında durmuşuz.
Önce kedi gidecek
kaybolacak suda sureti.
Sonra ben gideceğim
kaybolacak suda suretim.
Sonra çınar gidecek
kaybolacak suda sureti.
Sonra su gidecek
güneş kalacak,
sonra o da gidecek.


Su başında durmuşuz
çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
Su serin,
çınar ulu,
ben şiir yazıyorum,
kedi uyukluyor,
güneş sıcak,
çok şükür yaşıyoruz.
Suyun şavkı vuruyor bize
çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Ayrılacağız / Aslı Melek

Buluştuğumuz gibi zamanın bir diliminde
öyle ayrılacağız
ikimizin de haklı ve kaçınmasız olduğu bir anda
mutlak birleşmemizden
bir ya da yirmi beş yıl sonra
ve aynı gerçeklikte
mutlak bir ayrılık doğacak aramızda

Bu yüzden affedilmeyeni
değişen dünyanın
ne sen ne de ben olacağız
ve doğal akışında zamanın
eriyerek
ölü yıldızlara karışacağız

17 Ağustos 2010 Salı

Antik Kent / M.Mungan

mutlu günlerimizdi...
deniz tuzu,dövme gül
yanık tarçın gibiydik
rüzgarın saçlarımızı taradığı yamaçlarda
ikimizden bir bayrak
dalgalanırdı
birbirine bakan
tarihin ve otların
arasında
adı yoktu yaşadığımız şeyin
bir boşluk bile değildi bu
onca boşluğun içinde
yontulmamış birkaç harf
taşlar kadar tarihe kefil
günler gibi düşünülmeden akıp giden
otların gölgesindeki gece kadar derin
ay ışığıydı her şeyi sessizce bütünleyen

bir dönüş biletiyle kırıldı gece
kırıldı mevsim
kalakaldık
birbirine bakan sunaklarda
zehiri giz olan otlar boyverdi
kırık heykel parçaları dağılmış ten
zaman tarihe geri çekildi
kalıntıları ne kadar ipucuysa bir antik kentin
o kadar biliyoruz nedenlerini ve sonuçlarını
ayrılınca adını aşk koyduğumuz o şeyin.

13 Ağustos 2010 Cuma

Eğil Biraz / Cezmi Ersöz

Bu yaz Latince kursuna gitme,
beni incele.
Seneye uçarsın planörle.
Bu yaz boşluğu benim cinnetimde dene...
Sana çağdışı bir romantizm getirdim,
ilkel bir soyutlama...
İşletme tezini sonra verirsin, bu yıkımı
kaçırma...
Hırslarını yatıştır bir süre için...
Biraz eğil, nefesimi dinle,
hiç olmazsa, üzülüyormuş gibi yap...
Yeniden dönersin eski hayatına,
biraz saygi duy, biraz zaman kaybet...
Bak beni nasıl zehirleyecek,
içinde taşıdıgını bile farketmediğin o aşk...
Küçümseme, deneyimdir ; soranlara
anlatırsın
Senin için bu yenilgi, bu dağılıp
parçalanma...

Bu yaz Latince kursuna gitme, beni incele...

12 Ağustos 2010 Perşembe

Hürriyete Doğru - O.Veli Kanık


Gün doğmadan,
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
İçinde bir iş görmenin saadeti,
Gideceksin
Gideceksin ırıpların çalkantısında.
Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı;
Sevineceksin.
Ağları silkeledikce
Deniz gelecek eline pul pul;
Ruhları sustuğu vakit martıların,
Kayalıklardaki mezarlarında,
Birden
Bir kıyamettir kopacak ufuklarda.
Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin;
Bayramlar seyranlar mı dersin,
Şenlikler cümbüşler mi?
Gelin alayları, teller, duvaklar,
Donanmalar mı?
Heeey
Ne duruyorsun be, at kendini denize:
Geride bekliyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, Her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere...

"Git gidebildiğin yere..."

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Yaprak Dökümü - Nazım Hikmet

elli bin şiir roman filan okudum yaprak dökümünü anlatır
elli bin filim seyrettim yaprakların dökümünü gösterir
elli bin kere gördüm yaprak dökümünü
düşüşlerini sürünüşlerini çürüyüşlerini yaprakların
elli bin kere duydum ölü hışırtılarını kunduramın altında
avucumda ve parmaklarımın ucunda
ama yaprak dökümüne rastlamak yine de burar içimi
hele bulvarlarda yaprak dökümüne
hele kestaneyseler
hele çocuklar geçiyorsa oralardan
hele güneşliyse hava
hele iyi bir haber almışsam o gün dostluk üstüne
hele o gün sancımıyorsa yüreğim
hele sevdiğimin beni sevdiğine inanıyorsam o gün
hele o gün insanlarla ve kendimle aram iyiyse yaprak
dökümüne rastlamak burar içimi
hele bulvarlarda yaprak dökümüne
hele kestaneyseler.

31 Temmuz 2010 Cumartesi

Delikanlım / N.Hikmet

Delikanlım!.
İyi bak yıldızlara,
onları belki bir daha göremezsin.
Belki bir daha yıldızların ışığında
kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin..

Delikanlım!.
Senin kafanın içi
yıldızlı karanlıklar kadar güzel,
korkunç,
kudretli
ve iyidir.
Yıldızlar ve senin kafan
kâinatın en mükemmel şeyidir.

Delikanlım!.
Sen ki, ya bir köşe başında
kan sızarak kaşından
gebereceksin,
ya da bir darağacında can vereceksin.
İyi bak yıldızlara
onları göremezsin bir daha
Delikanlım!.
Belki beni anladın,
belki anlamadın.
Kesiyorum sözümü.

Sevmek mükemmel iş delikanlım.
Sev bakalım...
Mademki kafanda ışıklı bir gece var,
benden izin sana,
seeeeev
sevebildiğin kadar...

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Aşk İki Kişiliktir / A.Behramoğlu

Değişir yönü rüzgarın
Solar ansızın yapraklar;
Şaşırır denizde yolunu  gemi
Boşuna bir liman arar;
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden sevdiğini;
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk, iki kişiliktir.

Bir anı bile kalmamıştır
Geceler boyu sevişmelerden
Binlerce yıl uzaklardadır
Binlerce kez dokunduğun ten;
Yazabileceğin şiirler
Çoktan yazılıp bitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına.
Aşk, iki kişiliktir

Avutmaz olur artık
Seni bildiğin şarkılar;
Boşanır keder zincirlerinden
Sular tersin tersin akar;
Bir hançer gibi çeksen de sevgini
Onu ancak öldürmeye yarar:
Uçarı kuşu sevdanın
Alıp başını gitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına.
Aşk, iki kişiliktir.

Yitik bir ezgisin sadece
Tüketilmiş ve düşmüş gözden;
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken;
Çünkü hiç bir kelebek
Tek başına yaşamaz sevdasını,
Severken hiç bir böcek
Hiç bir kuş yalnız değildir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk, iki kişiliktir.

23 Temmuz 2010 Cuma

Rubailer 1.Bölüm-6 / Nazım Hikmet

Öptü beni: «- Bunlar, kâinat gibi gerçek dudaklardır, » - dedi.

«Bu ıtır senin icâdın değil, saçlarımdan uçan bahardır, » - dedi.

«İster gökyüzünde seyret, ister gözlerimde:

«körler onları görmese de, yıldızlar vardır, » - dedi...

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Arkadaş / Sait Faik

Bugünlerde bir akşam, şehrin aynalı gazinosuna
ve aynaların içine
Selim-i salis gibi oturacağım
Önümde rakı… dışarıda akşam, akıntı, kayıklar
ve gelip geçen…
Meyhanenin kapısından, iki elini gözüne siper
edip bakan birisi:
“Bu herif aşık” diyecek.
Saçları perişan, dudakları mürekkepli, hali ben-
cileyin serseri bir kızı
Büyük bir sandal
-Akıntının içinden çekip-
Rakı kadehimle benim arama bırakacak.

Diyeceğim:
“Bu akşam değil bir başka akşam seni alıp bir
kocaman şehre götüreceğim
“O şehirde toprak çoktan patlamıştır;
“Yıkılmıştır bildiklerim;
“Kocaman cepheleriyle borsalar, saraylar, kimbi-
ir belki de mahkemeler, zindanlar…
“Masaldır artık
“Onların kahramanlığı, onların merhameti, on-
ların fazileti…

Ezanlar, mevlutlar, harbler, taburlarla kahra-
manlar…
Kafam alkolsüz, ellerim kelepçesiz.
Seni bir akşamüstü, Sotiraki’nin gazinosundan
Rakı kadehimle benim aramdan alıp
Altın akşamların sarı çocukların tırmandığı
Kuşların öttüğü ve yemişlerin yendiği
Hudutsuz ve çitsiz
Kümessiz ve evsiz
Hasılı numarasız
Bir memlekete götüreceğim.
İstasyondan iner inmez
Seni metrolar başka beni başka tarafa götürsün.
Zararı yok!

Yalnız gine böyle kumral akşam üstleri
Yapayalnız kaldığım kasım akşamları
Buruşuk manton, dağınık saçların; mürekkepli
ağzın ve hemşire
Çehrenle
-Ayaklarını bir sandalyeye dayayıp-
Bana iki satır bir şey söyleyeceksin:
“Bugün ne yaptın, çalıştın mı?”
İstersen sonra kalkar, gezmeye gidersin
Bensiz…
Sen bilirsin.

Not:
Sanırım 1984 yılıydı, İzmir'de İnciraltı'nda, tahta iskele üzerinde tahta masaların birinde oturup durmadan bu şiiri okumuştuk.
1987 'de doğum günümde sahaf arkadaşımız bu şiirin de yer aldığı kitabı hediye etmişti. 1958 yılı basımı, sarı, toz içinde.
Aynı yıl sonu yeni baskısını bulup kitaplığımıza koydum.
Ne zaman darda kalsam okurum, o yalın anlatım beni derinden etkiler.

EFKARİSAMİMİNET YAYINCILIK

EFKARİSAMİMİNET YAYINCILIK

15 Temmuz 2010 Perşembe

Zamanın İzdüşümü: Anlatıcının İlk Notu

"Bu şehre ilk geldiğimde günler geçmek bilmezdi. Şehir benden uzak, ben şehre yabancı yaşardım. Ne de olsa daha büyük şehirlerle nişanlanmıştık..."

8 Temmuz 2010 Perşembe

Böyle Başladı - Aslı Melek

Bu yıl yaz böyle başladı
hep yağmur
en uzun gecesinde bile haziranın
her yer çamur
her yer sele teslim
...

28 Haziran 2010 Pazartesi

Eski Terazi - Aslı Melek

Kuşun gagası alta düştü eski terazide
ruhlar yoruldu dengede kalmaktan
boyalı taşlar aşındı, tarihler silindi
gelir geçer rüzgârlar aldı suları, kumda iz kalmadı

Yaz bitti, ışık bitti, renk bitti
boşluklarını boyadım kalbimin
sonbaharın rengi kalmış fırçada
yetmedi kapamaya

Bugün gizleniyorum kozada
baharda kelebek olacağım biliyorum

26 Haziran 2010 Cumartesi

Ben Öleyim- Aslı Melek

“Gurbet bana zor geliyor, ben öleyim”

Ya gel
ya da serseri bir rüzgar getirsin selamını
ya aç bir kedi yordamıyla
ya da bir martı kanadıyla
usulca değ bana bu sabah
gitmeden uzak ülkelere

Zamanı durmuş sayalım
uyanıp dünya nimetlerinden yoksun
yerli yerinde hepimiz
bir sabah kahvaltısında acıkmış ve mahmur
bir şarkı ile akşamdan kalma

Sonra ben gideyim huzurla
hafif bir örtüye sarılıp ürperten gece rüzgarıyla
derleyip düşen yıldızları
beklemeden gün doğumunu

Herhangi bir dilden
aynı eda ve acıyla hoşça kal diyerek
gideyim
dallar en açık yeşilinde
gökyüzü en koyu mavideyken
ilk vapur yanaşmadan Kadıköy’e
bırak beni bu sabah
sessizce erkenden
gideyim

“Gurbet bana zor geliyor, ben öleyim” Annemin sevdiği bir türkü.

23 Haziran 2010 Çarşamba

Fırtına / M.Mungan

"Fırtına" Murathan Mungan. Sen ne harika bir insansın.
"Sakın çıkma patika yollara"

Başka Türlü Bir Şey / Can Yücel


başka türlü bir şey benim istediğim
ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava..

bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun

bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
ağacın yüksekliğince
dalın yüksekliğince rüzgarda
ve bir yeni ömür
vardığın çimen yeşilliğince

nerde gördüklerim
nerde o beklediğim
rengi başka
tadı başka..

18 Haziran 2010 Cuma

Yüz Yıl Daha Ayakta - Aslı Melek

Son Osmanlı konaklarından birinde
yıldız dolu semalar yerine
uçan payandaların
menekşe neonlarının altında
ipekli elbiselerle sabırsız konuklar
beklerken bir aşkın şahitliğini
Fransız bir melodiyle
her şey yeni zamandayken
direndi gelin tellerine Paşanın odası
taşırken parlak tepsilerde
kahve yerine renk dolu kadehleri
telaşlı garsonlar
karşı durdu beyaz konak
zamana

Döverdi dalgalar kapısını
oynaşırdı güneş her mevsim renkli camlarında
o da bir asırdır gülümserdi karşı kıyıya
o yıllarda boyun eğmişti Paşa
savaşa
sürgüne
ayrılığa
ardından bırakmadı kendini eski Konak
yangına
fırtınaya
depreme

Yenilmedi aşkın günlük zaferine
evlenirken genç aşıklar
o büyülü akşamda
söz verdi yaşlı konak kendine
savaşa ve ayrılığa karşı
yüzyıl daha ayakta
29.05.2010

Akıl Yaprak - Murathan Mungan

Desen : Michael Rouscher
Kimseye sorma beni
gözlerinin aklına bırak
yeterince okunmamış birkaç yaprak
bulunur tekin ağacından düşen
belirsizliğin beyazına
emniyet kemerinden boşalan an
herkes bildiğini unutur sarsılarak
donuk başlangıçtaki saflık
oyun oynamayan akıl
kimseye sorma beni
herkesin kelimeleri gördükleri

bazen anlaşılmayan şiirler
her şeyden çok anlaşılır
aklın yaprağı aralandığında
gördüklerimiz

hatırlamayız ama kalır

Ağustos 2006
"Bazı Yazlar Uzaktan Geçer"

4 Haziran 2010 Cuma

Aşk / Cemal Süreya

Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git.
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgideydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
Yoktu dünlerde evelsi günlerdeki yoksulluğumuz
Sanki hiç olmamıştı

Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı
                 İstanbullar
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik

Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
Sonrası iyilik güzellik.

1954
Üstü Kalsın, Doğan Kardeş, Seçme Şiirler, YKY

Cemal Süreya Sempozyumu


Kadıköy Belediyesi, Barış Manço Kültür Merkezi
ve Artshop Yayıncılık işbirliğiyle
5 Haziran 2010 Cumartesi günü Saat:14.00
Cemal Süreya Sempozyumu gerçekleştiriyor.
Yer:Barış Manço Kültür Merkezi Caferağa Otoparkı Kadıköy

2 Haziran 2010 Çarşamba

Vasiyet / Nazım Hikmet

Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.

Hasan beyin vurdurduğu
ırgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.

Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.

Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun,
çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.

Ama bu türküleri söylemişim ben
daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.

Benim sessiz komşulara gelince,
şehit Ayşe'yle ırgat Osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan.

Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
- öyle gibi de görünüyor -
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...

1953, 27 Nisan
Barviha Sanatoryumu

fazla söze gerek yok

1 Haziran 2010 Salı

"All Along The Watchtower"

31 Mayıs Pazartesi Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda Bob Dylan. Denge ve iç uyumun müzikle gösterisi

20 Mayıs 2010 Perşembe

Her Şeyim Senin - Aslı Melek

Eskilere bakmak benim şimdi

Bir avuç boyalı taşa
pencereye takılmış bir kuru yaprağa
sayfa aralarında kalmış iki cümleye
çekmeceye sinmiş ıtır kokusuna
ve kulpsuz kapakta renksiz bir postere

Eskilere dalmak benim şimdi

Yarım duvar yıkık evlere
asma kilit döküm kapılara
ot bürümüş bahçelere
güneşte kalmış kırık banklara
ve gece durmuş saatlere

Eskileri anmak benim şimdi

Al hepsini sen sakla
ver günlerimi geriye
nasıl yabancı ne kadar uzak kaldım
her şeyim senindi ey zaman

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Beni ara Mart - Aslı Melek

Beni ara Mart
odamın ışığı ile gel içeri
şiir başına oturalım
ıslak burnunu yüzüme yasla
sen menekşelerin yanında yollara
ben uzun gece çizimlerine dalalım
Beni ara Mart
sabahla bir gel yanıma kedi sessizliğinle
günün seslerine uyanalım
sonra sen camın önünde kuşlara
ben uzun sahil yollarına bakalım

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Gittin Ya / III - Ahmet Telli

Kedisi sokağa kaçmış
Biriyim ben ve içimde
Kekeme bir kuş
Ötüyor, ötüyor, ötüyor

Ve son günlerde durmadan
Yalpalıyor bütün sözler
Birisi adımı sorsa mesela
Dilim sürçüyor

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Geç Kalmışlara-II / Aslı Melek

Dalgaya kapılmış yosunlarla bir
gider gelirsin çakıl taşları gibi
bir kere kopmuşsan deniz dibinden

Durmaz bir arada deniz ve çakıl
pişmanlıkla umut
içinde değilsen o anın
su gelir çekilir
kalırsın geride bir kalp ağrısıyla

Bul zamanını çağır geriye
tutun kayalara sıkıca
hoşçakal deme geçmişine

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Geç Kalmışlara-I / Aslı Melek

Bir mekandan son mekana
basamakları ikişer, yolları karanlıkta
kırk geceden kırk sabaha geldik

kitaplarımız ve kuruyan ellerimiz
en derin yerinde suların, kayıp yüreğimiz
geçtik karşıya düşe kalka

uzaklaştıkça gemi
yaklaştığını bile bile acının
üç yunusun dansına kandık o sonbahar

gün ışığı bitti
bitti papatyaların beyazı
giderek geceye yaklaştı mezar taşları

tohumlarla gömdük kederimizi toprağa
bu bahar yeniden açar
açar da geri gelir mi zaman diye

13 Nisan 2010

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Onlar / Nazım Hikmet

Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
câhil,
hakîm
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.

Onlar ki uyup hainin iğvâsına
sancaklarını elden yere düşürürler
ve düşmanı meydanda koyup
kaçarlar evlerine
ve onlar ki bir nice murtada hançer üşürürler
ve yeşil bir ağaç gibi gülen
ve merasimsiz ağlayan
ve ana avrat küfreden onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.

Demir,
kömür
ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve sahra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve nehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.

En bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
Asırda onlar yendi, onlar yenildi.
Çok söz edildi onlara dair
ve onlar için:
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi.

30 Nisan 2010 Cuma

Günaydın Funda

İlk başlarda anlatılan öyküden çok  (kitapta her ne kadar F... olarak geçse de Foça olduğunu düşündüğüm) olayın geçtiği yer ve oradaki günlük yaşam ilgimi çekti.
Bir de kitabın adı.

Bir efsaneye göre:
"Her kim ki; Foça'da nerede olduğu bilinmeyen Karataş'a basar ise; basireti bağlanır ve içinde bir yerlerde Foça'ya yerleşme ve hep burada olma isteğini bulur. Yolu nereye giderse gitsin, Karataş'a basan kişi bir gün mutlaka Foça'ya geri dönecektir..."
Kaynak:foca.bel.tr

Fotoğraf : Metin Erinc panoromio.com

Çocuktum / Aslı Melek

Geçmişe borçluyum sevgimi
uzak bir yoldan gelip arkada bıraktığım
bir gülümsemeyle yarım hatırladığım
çocukluğum
yağmur sularına basarak
gizli bir hazdı ıslanmak
kesilmiş ağaç kokusu aklımda ama
dut ağacı şimdi o kadar yüce değil

acı
elimde kesik izleri
acım anneme şikayete kadar

oyun
kaç kere yarım kaldı sokak oyunlarım
karanlık inince sokağa

içeri
mavi kapının aslan pençeli tokmağı
kaç kez içeri aldı beni

ebe
ne geride kalmak üzerdi ne de ebe olmak
biz vardık oyun vardı evim vardı
hem içeri kaçardım

acı doluyduk mutluyduk
çocuktum

06.Ocak.2005

28 Nisan 2010 Çarşamba

Bahar Konseri - İzmir

Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi TSM Korosu, Şef Betül Er
Bahar Konseri 27 Nisan 2010 İzmir

26 Nisan 2010 Pazartesi

Siyah Beyaz

Oyuncu kadrosu çok iyi, mekan çok iyi. Duvarları siyah beyaz fotoğraflarla dolu bir barın çeyrek tablasında yanyana oturmuş orta yaşı aşmış beş kişi. Bu imkanlarla daha derinlikli bir film olabilirdi.